- A +

Coğrafî konum olarak Dicle havzasının yukarısında ve nehrin sağ tarafından bulunan şehir, tarih boyunca farklı isimler ile anılmıştır. Kelime anlamı tam olarak bilinmeyen “Amidi veya Amedi” en eski isimlerinden biridir. IV. yüzyılda Amida kullanılırken, bir dönem Augusta ismi verilmişse de bu çok fazla kullanılmamış ve kısa süre sonra unutulmuştur. Amida, İslâmî dönemde Âmid şekline dönüşmüş ve XVII. yüzyıla kadar hem şehir hem de onun merkezi olan sancak için kullanılmıştır. İslâm coğrafyacısı Yâkût el-Hamevî, Âmid isminin Rumca olduğunu tahmin etmektedir. Osmanlı döneminde şehrin kısa bir süre Kara Âmid olarak adlandırıldığı da bilinmektedir.

Bugün kullanılan Diyarbakır ismi, şehrin İslâm fetihlerinden sonra Rebîa Arapları’na mensup Dicle Nehri kıyısında ikamet eden Bekir b. Vâil kabilesinin yayıldığı topraklara verilen Diyâr Bekr ya da Diyâr-ı Bekr isminden gelmektedir. Osmanlı hâkimiyetinde Diyarbekir şeklini alarak Âmid şehri ve sancağı merkezli beylerbeyliği kurulmuştur. XVII. yüzyıldan sonra şehir merkezinin adı Diyarbekir olarak kullanılmış, 1937 yılında ise Diyarbakır olarak değiştirilmiştir.

Şehrin her tarafı tarihî surlarla çevrilmiş olup, kabaca dikdörtgen biçiminde olan bu surlar, Anadolu’daki benzeri yapıların en büyüğü ve en sağlam şekilde ayakta kalmış olanıdır. Nitekim bu özelliğinden dolayı Yâkût el-Hamevî tarafından, “insanların kendini güvende hissettiği, tarihî, en büyük, en görkemli ve en meşhur şehir” olarak anlatılmaktadır. Diğer İslâm coğrafyacıları ve seyyahları da bu eşsiz surlardan övgüyle bahsetmektedirler. Eski Diyarbakır olarak adlandırılan Suriçi, tarihî eser ve kültürel miras açısından oldukça zengin bir bölgedir.

Ortaçağ’da el-Cezîre bölgesinin Diyâr-ı Bekr kısmında yer alan Âmid, Dicle nehrinin sağ veya batı kıyısında denizden 650 m yükseklikteki bir platoda, tarihî ticaret ve ulaşım yollarının kavşağında inşa edilmiştir. Şehir, Toros Dağları’nın kolları ile çevrili, ortası hafif çukur ve volkanik bir havza üzerindedir. Bugün ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ortasında bulunan şehrin çevresinde Batman, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Bingöl ve Muş şehirleri bulunmaktadır.

Şehrin ne zaman ve hangi hanedanlık tarafından kurulduğu konusunda net bilgiler bulunmamakla birlikte, M. Ö. 2300’den beri yerleşim merkezi olduğu ve ayrıca şehrin en önemli yapılarından olan kalesinin de M. Ö. IV. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Şehrin ilk hâkimlerinin Hurriler (Subarular) olduğu düşünülmektedir. Şehre sırasıyla Mitaniler, Asurlular ve Urartular bölgeye hâkim oldular (M. Ö. 1260-653). Sonrasında İskit (M. Ö. 653-625), Med (M. Ö. 625-550), Pers (M. Ö. 550-331), Büyük İskender (M. Ö. 331-323), Selevkos (M. Ö. 323-140), Part (M. Ö. 140-85), Büyük Tigranı (M. Ö. 85-69) ve nihayetinde Roma (M. Ö. 69-M. S. 53) idaresinde kalmıştır. 53-395 yılları arasında ise Part-Roma ile Sâsânî-Bizans arasında meydana gelen hâkimiyet mücadeleleri neticesinde sık sık el değiştirmiştir. 349 yılında Bizans İmparatoru II. Konstantinos tarafından askerî ve idarî bir merkeze dönüştürülmüştür. Çoğunlukla Roma hâkimiyetinde kalan şehir, 395 yılından Müslümanlar tarafından fethine (639) kadar Bizans İmparatorluğu egemenliği altında kalmıştır. İslâm fetihlerinin başladığı sırada, şehir Bizans’a bağlı valiler tarafından yönetilmekteydi.

639 yılında İyâz b. Ganm yönetimindeki İslâm ordusunun el-Cezîre bölgesindeki fetih hareketleri sırasında Âmid şehri, Hâlid b. Velîd tarafından ele geçirilmiştir. Müslümanların fethi ile Diyâr-ı Bekr ismi verilen bölgenin en önemli şehirleri arasında Âmid, Meyyâfârikîn (Silvan), Mardin, Hısnıkeyfâ (Hasankeyf) ve Erzen yer almaktaydı.

Abbâsîler döneminde bölgede Hâricî isyanı meydana gelmiştir. Söz konusu grup, Emevîler döneminden beri bölgede yaşayan Araplar tarafından desteklenmiştir. IX. yüzyılda Abbâsîler’in merkezî otoriteyi kaybetmesiyle birlikte bölgede yerel hâkimiyetler kurulmaya başladı. İlk olarak Şeyhoğulları Emîrliği bölgeye hâkim oldu (868). Şeyhoğulları’nın hâkimiyeti, 899 yılında Abbâsî Halifesi Mu‘tazıd Billâh’ın Âmid’i zapt etmesiyle nihayete erdi.

X. yüzyılın başlarında şehrin çevresinde bulunan kalelerin tek tek Bizans’ın eline geçmesine rağmen, Âmid’in güçlü surları düşmesini engellemiştir. 930 yılında şehre vali olarak atanan Hamdânîler’den Seyfüddevle el-Hamdânî Ali, Bizans’a karşı başarıyla mücadele etmiş ve şehri müdafaa etmiştir. 966, 973 ve 974 yıllarında Bizans tarafından kuşatılmışsa da bu muhasaralar başarıya ulaşmamıştır.

978 yılına gelindiğinde şehre Irak Büveyhîleri’nin hükümdarı Adudüddevle’nin hâcibi Ebü’l-Vefâ tarafından ele geçirildi. Ancak kısa süre sonra 983 yılında Sa‘duddevle el-Hamdânî tarafından zapt edildi. Hemen ertesi yıl tekrar el değiştiren şehrin idaresi, Kürtlerin Hümeydî aşiretinin Çehârbuhtî koluna mensup olan Bâz lakablı Ebû Abdullah el-Hüseyin b. Dûstek tarafından ele geçirildi. Mervânîler’in kurucusu Bâz’ın 13 Nisan 990 tarihinde öldürülmesinin ardından yerine yeğeni Ebû Ali Hasan b. Mervân geçti. 1085 yılına kadar Âmid’de hüküm süren Mervânîler’den sonra, şehir Büyük Selçuklu Devleti’nin hâkimiyeti altına girdi. Sultan Tuğrul Bey döneminde Anadolu’ya yapılan akınlarda Mervânîler, Selçuklular’a tâbi oldular. 1085 yılında Sultan Melikşâh tarafından şehrin valiliğine Fahruddevle İbn Cehîr tayin edildi. 1095 yılında şehir Türk emîrlerinden Sadr’ın yönetimine verildi. Kısa süre sonra onun ölümü üzerine yerine kardeşi İnal göreve getirildi. Böylece 1183 yılına kadar şehirde hüküm sürecek olan İnaloğulları hanedanı kuruldu. 1151 yılından itibaren Artuklular’ın tâbiiyeti altında yaşayan bu hanedanın hâkimiyetine, şehrin 1183 yılında Selâhaddîn Eyyûbî tarafından ele geçirilmesi ile son verildi. Her ne kadar şehir Eyyûbîler tarafından ele geçirilmişse de yönetimi Hısn-ı Keyfâ Artukluları’ndan Nûreddîn Muhammed’e bırakıldı. 1232 yılına kadar Artuklular’ın hâkimiyeti altına bulunan şehir, 5-8 Ekim 1232 tarihleri arasında Eyyûbî hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil I. Nâsiruddîn tarafından kuşatılarak zapt edildi. Sekiz yıl sonra, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Giyâseddîn Keyhusrev tarafından ele geçirildi (638/1240-1241). 1257’de Eyyûbîler’in Meyyâfârikîn kolunun hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil II. Nâsiruddîn tarafından alınmış, fakat iki yıl sonra vuku bulan Moğol istilası neticesinde Âmid, 1259’da Hülâgü tarafından ele geçirilmiş ve tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne verilmiştir (Göyünç, 1994, s. 465-466).

1303 yılında İlhanlı hükümdarı Gâzân Han, Diyarbekir bölgesini Mardin Artukluları’nda el-Melikü’l-Mansûr II. Necmeddîn’e verdi. İlhanlı Devleti’nin dağılmasının ardından, şehir Celâyirliler ile Çobanlılar arasındaki hâkimiyet mücadeleleri yaşandı. Nihayetinde 1343 yılında Sutayoğulları’ndan İbrâhim Şah şehre hâkim oldu. Fakat onun ölümü ile şehir Celâyirliler’in hâkimiyetine girdi (1353). 1394 yılında Timur tarafından ele geçirildi ve yağmalandı. 1401 yılına gelindiğine Akkoyunlu hükümdarı Karayülük Osman Bey’e verildi. Böylece bölgede Akkoyunlu hâkimiyeti başladı. 1409, 1411 ve 1418 yıllarında olmak üzere üç defa Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf Bey şehri ele geçirmek adına kuşatmışsa da başarısız oldu. 1423 yılında Yusuf Bey’in oğlu İskender, 1433 yılında ise Memlük sultanı Barsbay tarafından kuşatılmışsa da onlar da lehlerine bir netice elde edememişlerdir. 1435 yılından sonra şehir Akkoyunlu-Karakoyunlu mücadelesine sahne oldu ve iki sürekli devlet arasında el değiştirdi. 1507 yılına gelindiğinde şehrin hâkimi Emîr Bey, Safevî hükümdarı Şah İsmail’e itaatini sundu. 1514 yılında Osmanlılar ve Safevîler arasında vuku bulan Çaldıran Savaşı’nın ardından, bölgeye hâkim olan Sünnî Kürt beyleri İdrîs-i Bitlisî’nin faaliyetleri neticesinde Osmanlı hâkimiyeti kabul ettiler. Bir yıl kadar Safevî kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde şehir, Osmanlı hâkimiyetine girdi (10 Eylül 1515). Osmanlı hâkimiyeti altında Diyarbekir Beylerbeyliği kuruldu ve Âmid şehri idarî merkez oldu. Osmanlı tarihi boyunca, çeşitli düzenlemeler neticesinde Diyarbekir Beylerbeyliği’nin sınırları değişmekle birlikte Âmid daima merkez olarak kaldı (Göyünç, 1994, s. 466).

Âmid, Mervâniler’den Nasruddevle döneminde (1021-1061) İslâm âleminin en büyük merkezlerinden biri haline geldi. Bu dönemde birçok âlim, şair ve İbn Butlân gibi hekimler de burada toplandı. Ortaçağ’da şehirde dört mezhebin bir arada öğretim faaliyetlerini sürdürdüğü Mesûdiyye Medresesi bulunmaktaydı. Selâhaddîn Eyyûbî şehri ele geçirdiği zaman burada çok zengin bir de kütüphane bulunuyordu. Bu kütüphane daha sonra Mısır’a götürüldü. Şehirdeki Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı dönemlerinde inşa edilen önemli eğitim ve ilim merkezleri arasında Zinciriyye Medresesi, Muslihuddîn-i Lârî Medresesi, Hüsrev Paşa Medresesi, Ali Paşa Medresesi, Lâtifiyye Medresesi, Kadiriyye Medresesi ve Rağıbiyye Medresesi’ni saymak mümkündür.

Tarih boyunca pek çok âlim, edip, şair ve devlet adamı yetiştiği şehrin önemli şahsiyetleri arasında Ebü’l-Hasan el-Âmidî, Hasan b. Bişr el-Âmidî, Ebü’l-Mekârim Muhammed b. el-Hüseyin el-Âmidî, Ebü’l-İzz el-Cezerî, Seyfu’d-dîn Âmidî, ed-Diyârbekrî, Âmidî, Receb-i Âmidî, Hâmî-i Âmidî, Halilî, İbrahim Gülşenî, Celal Nuri Paşa, Osman Nuri Paşa, Sırrî Hanım, Ali Emirî, Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Faik Ali Ozansoy, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmed Arif, Orhan Asena, Esma Ocak ve Sezai Karakoç gibi isimleri sayabiliriz.

1515 yılından Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar (1923) Osmanlı sınırları içerisinde bulunan şehir, cumhuriyetin ilan edilmesi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin hâkimiyeti altına girmiştir. 1937 yılında ismi Diyarbakır olarak değiştirilmiş, 1935 sayımındaki nüfusu 34.642 olarak hesaplanmıştır. Bugün Güneydoğu Anadolu bölgesi içerisinde yer alan şehir, yaklaşık 1,7 milyon nüfusu ile Türkiye’nin en kalabalık on ikinci şehridir.

  • Abdurrahim Tufantoz, Ortaçağ’da Diyarbekir (Mervanoğulları/990-1085), Aça Yayınları, Ankara 2005.
  • Adnan Çevik, “XI-XIII. Yüzyıllarda Diyar-ı Bekr Bölgesi Tarihi”, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul 2002.
  • Ahmet Demir, İslâm’ın Anadolu’ya Gelişi (Doğu ve Güneydoğu İlleri), Kent Yayınları, İstanbul 2008.
  • Besim Darkot - Mükrimin H. Yinanç, “Diyarbekir”, MEB İslam Ansiklopedisi, c. 3, s. 601-626.
  • Claude Cahen - M. Canard, “Diyâr bakr”, The Encyclopaedia of Islam: New edition, c. 2, s. 343-345.
  • Cuma Karan, “Diyarbakır’ın İsmi ve Fethi Üzerine Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu, 20-22 Mayıs 2004 Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s. 825-835.
  • Guy Le Strange, Doğu Hilafetinin Memleketleri (Mezopotamya, İran ve Orta Asya): İslâm Fetihlerinden Timur Zamanına Kadar, çev. Adnan Eskikurt-Cengiz Tomar, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2015.
  • Metin Tuncel, “Diyarbakır. Bugünkü Diyarbakır”, DİA, c. 9 (1994), s. 469-472.
  • Muammer Gül, Orta Çağlarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu (Tarihî Arka Plan ve XIII-XIV. Yüzyıl Moğol Hâkimiyeti), Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2010.
  • Nâsır-ı Hüsrev, Sefermâme, çev. A. Naci Tokmak, Demavend Yayınları, İstanbul 2020.
  • Nejat Göyünç. “Diyarbakır”, DİA, c. 9 (1994), s. 464-469.
  • Seyfettin Çetin, Yâkût el-Hamevî’nin Mû’cemü’l-Büldân’ında Kürtler, Nûbihar, İstanbul 2014.
  • Songül Dumlupınar Alican, “Ortaçağ’da Âmid (Diyarbakır)", Basılmamış Doktora Tezi, Adıyaman Üniversitesi, Adıyaman 2019.
  • Şevket Beysanoğlu, “Türk Edebiyatında Diyarbakır ve Diyarbakırlılar”, 1. Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu, Ankara, 2001, s. 219-227.
  • Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitâbeleri ile Diyarbakır Tarihi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Ankara 1996.

Atıf Bilgisi

Diyarbakır (Âmid). İslam Düşünce Atlası, https://mail.islamdusunceatlasi.org/mekanlar/diyarbakir-amid/57