Muhammed Bâkır Vahîd el-Bihbehânî
(ö. 1208/1793-94 [?])
Hicrî XII. yüzyılda Ahbârîlerin etkisini zayıflatarak Ca‘ferî fıkhında Usûlî mektebini hâkim kılan ve üstâd-ı küll, üstâd-ı ekber, müceddid gibi unvanlarla anılan usulcü
Hayatı
Muhammed Bâkır b. Muhammed Ekmel el-Bihbehânî 1116/1704-1705 veya 1118/1706-1707 yılında İran'ın o zamanki başkenti İsfahan'da ilimle meşgul olan bir ailede dünyaya gözlerini açtı. Soyu baba tarafından Şeyh Müfîd’e, anne tarafından ise meşhur muhaddis Muhammed Bâkır el-Meclisî’ye dayanır. Bihbehânî’nin hem anne hem de baba tarafından ilimle meşgul bir aileye mensup olması onun ilmî bir ortam ve çevrede büyümesine vesile oldu.
Bihbehânî’nin babası Molla Muhammed Ekmel, Şiî ulemanın önde gelen isimlerinden olan ve yaşadığı dönemde İran'ın dinî hayatında etkili olan meşhur muhaddis Molla Muhammed Bakır el-Meclisî’nin talebelerindendi ve Meclisî’nin kardeşi Amine Hatun ile Muhammed Sâlih el-Mâzenderânî’nin evliliğinden olan Nureddin b. Muhammed’in kızıyla evlendi.
Bihbehânî’nin gençlik yılları, Afganlılar’ın 1722 yılında Safevî ordusunu ağır bir hezimete uğrattıktan sonra Safevîlerin başkenti İsfahan’ı kuşatarak İran’a hakim olduğu bir döneme rastlar. İran’daki hakimiyeti kısa süren Sünnî Afganlılar’ın hakim olduğu bölgelerde Şiîler’i baskı altına almaya çalıştığı ve bundan dolayı Bihbehânî’nin, doğduğu şehir olan İsfahan’ı bir daha dönmemek üzere terk ettiği ifade edilmektedir.
İsfahan’dan ayrılarak Necef’e yerleşen Bihbehânî orada Seyyid Sadreddin er-Radavî’den fıkıh ve usûl; Seyyid Muhammed et-Tabatabâî’den de mantık ve felsefe okudu. Tabatabâî Bihbehânî’nin zekâsını ve ilme olan yeteneğini görünce kızını onunla evlendirdi. Bihbehânî, bu iki hocasının yanında Şeyh Muhammed el-Kâsânî, el-Âmirza İbrahim el-Kâdî, el-Emîr Muhammed Hüseyin, el-Âmirzâ Muhammed Bâkır’dan ders aldı. Bihbehânî’nin Necef’teki hayatı yaklaşık otuz yıl sürdü. Necef’ten sonra İran’ın güneybatısında bulunan Hûzistan eyaletinin bir ili olan Bihbehan’a yerleşti. Bihbehânî’nin, diğer ilim merkezlerine nispetle mütevazi bir konumda olan Bihbehân ilini tercih etmesinin nedenleri arasında; genelde Hûzistan eyaletinin özelde ise Bihbehan’ın Ahbârî fıkıh mektebinin merkezi haline gelmesi ve annesinin amcasının oğlu gibi bazı akrabalarının Bihbehan’da yaşıyor olması zikredilmektedir. Bu nedenlerin yanında İran’da 1722’den itibaren devam eden Afgan hâkimiyeti esnasında 1727’de yapılan antlaşma şartlarına uygun olarak Osmanlı Devleti’ne bırakılan Hûzistan’ın, Şîa’ya karşı ılımlı olan Nadir Şah tarafından geri alınması ve Nadir Şah’ın burada kontrolü sağlaması da (1737) zikredilebilir. Bihbehânî, burada yaklaşık 30 sene uğrunda mücadele ettiği usûlî düşünceyi yaymaya ve Ahbârîler’in usûl alanındaki görüşlerini eleştirmeye başladı. Bihbehânî, burada Risâle fî hücciyyeti’l-icmâ, Risâle fî asâleti’l-berâe, Risâle fi’l-kıyâs ve Risâle fi’l-ictihâd ve’l-ahbâr gibi makale hacminde önemli eserler kaleme aldı. Bihbehan’da Ahbârîler’e karşı yürüttüğü bu mücadeleyle yıldızı parlayan Bihbehânî, sadece ilmi çalışmalara ağırlık vermemiş, bunun yanında camilerde vaaz vererek halkla da irtibatını sıkı tutmuştur. Onun bu gayreti, halkın da usûlî düşünceyi savunan alimlerin etrafında toplanmasına vesile olmuştur. Bihbehnânî’nin bu gayretleri neticesinde kendisine “Vahîd” lakabı verilmiştir.
XVIII. Yüzyılın ortalarında Irak’taki ilim merkezleri Ahbârîler’in etkisi altındaydı. Öyle ki Usûlîler, kendi görüşlerini açıklayamayacak kadar baskı altındaydı ve Ahbârîler ile ilmî tartışmaya cesaret edemiyorlardı. Bihbehânî Irak ilim merkezlerini Ahbârîler’in etkisi altından çıkarmak için 1746 yılında Irak’a dönmeye karar verdi. İlk önce Necef’e gitti. Orada öğrencisi olabileceği kendisinden daha bilgili bir alim bulamadı. Daha sonra Ahbârîler’in merkezi durumunda olan Kerbela’ya gitti. Kerbelâ o dönemde Ahbârîler’in reisi konumunda olan Şeyh Yûsuf Bahrânî’nin etkisi altındaydı. Bunu fark eden Bihbehânî, Ahbârîler’in tesirini kırmak için Bahrânî’nin arkasında namaz kılmanın ve onun derslerine katılmanın haram olduğunu açıkça bildirdi. Ilımlı bir Ahbârî olan Bahrânî, Bihbehânî’nin bu ağır hamlesine ses çıkaramadı. Bunun üzerine Ahbârî ekole mensup alimlerin bir kısmı usûlî düşünceyi benimserken eski görüşünde direten diğer kısmı da Kerbelâ’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bihbehânî’nin bu hamlesinden sonra Ca‘ferî mezhebinde Ahbârî ekolü bir daha Usûlîler’e karşı üstünlük sağlayamadı. Bihbehânî’nin bu zaferi, İran siyasetine de etki etti ve güçlü bir Usûlî ulemanın gerek siyasete gerekse toplum hayatına yön verecek güce sahip bir zümre olarak ortaya çıkmasına neden oldu.
Fıkıh ve usûl alanındaki seçkin konumundan dolayı, “vahîd”, “üstâdü’l-küll”, “el-allâmetü’l-müceddid”, “üstâd-ı ekber” gibi lakaplarla anılan Bihbehânî, bazı kaynaklara göre 1206/1791-92 bazılarına göre ise 1208/1793-94 yılında öldü ve Kerbela’da İmam Hüseyin’in türbesinin yanına defnedildi.
Öğretisi
Bihbehânî’yi tarih sahnesi içerisinde öne çıkaran en önemli hususlardan biri, iki asırdır devam eden Ahbârî hakimiyetini keskin retoriği ile ortadan kaldırması ve Usûlî anlayışı Şiî düşüncesine hakim kılmasıdır. Onun Şiî fıkhına yaptığı en önemli hizmet, usûl-i fıkha yeniden canlılık kazandırması ve ictihada dayalı fıkhı yeniden tesis etmesidir. Onun Usûlî düşüncede açtığı bu çığır, çağdaş müellifler tarafından Şia’da ilmî kemal asrı olarak nitelendirilmiştir.
Bihbehânî, Şia’daki Ahbârî karşıtlığı meselesinde çok sert bir tutum takınmış; Ahbârîler’i tekfir etmek, onlara karşı şiddeti meşru görmek, onların katline, bunun mümkün olmadığı durumlarda da sürgün edilmelerine fetva vermek gibi aşırı sayılabilecek görüşleri dillendirmiştir.
Bihbehânî’nin Ahbârîler’e karşı geliştirdiği en önemli teori, İmam’ın gaybeti döneminde müçtehidin ulaştığı zannî bilginin, fıkhî hükme ulaşmanın tek yolu olduğu düşüncesidir. Onun bu düşüncesi Şîa toplumunda müçtehidin otoritesini artırmış ve sonraki süreçte merceiyyet müessesinin temellerini atmıştır.
Bihbehânî yaşadığı dönemde iki düşünceyle yoğun bir şekilde mücadele etmiştir. Bunlardan birisi aklî delillerin devre dışı bırakılması, diğeri de Kur’an’ın zâhirinin delil olarak kabul edilmemesidir. Bihbehânî yazdığı eserlerde özellikle dinî konularda, Ahbârîler tarafından iki asır boyunca görmezden gelinen aklın rolünü yeniden tesis etmeye gayret etmiş ve aklın devre dışı bırakılmasının, sadece fıkhı değil aynı zamanda İslam itikadının temel esaslarını sarsmayı intaç edecek sonuçlara götürebileceğine dikkat çekmiştir.
Bihbehânî, aklın bir delil olarak kabul edilmesi için hüsün ve kubhun aklîliğini ispat etmenin gerekli olduğuna inanmıştır. Bundan dolayı hüsün ve kubuh konusunda müstakil bir risale kaleme alarak konuyu etraflıca ele almıştır. Ona göre hüsün ve kubhun aklîliğini inkar etmek nübüvvet kurumunun ispatını imkansız hale getirir. Şöyle ki, eğer aklın peygamber gönderme konusunda bir hükmü olmasaydı gönderilen peygamberin yalanlanması, dahası peygamber göndermenin ve şer’î hükümlerin yok sayılması gerekli olurdu. Bihbehânî buradan hareketle dinin temel konularında dahi delil kabul edilen aklın fer’î meselelerde evleviyetle delil kabul edilmesini ifade etmekte ve Şîa’nın hadis kaynaklarında aklı tanımlamak için imamların kullandığı “bâtınî hüccet” kavramının önemine dikkat çekmektedir.
Bihbehânî, kaleme aldığı usûl eserlerinde önemli bir kısmı hüsün ve kubuh teorisine dayanan aklî kaideleri esas almıştır. Bu kaidelerden bazıları şunlardır:
- Hakimden kabih bir iş sadır olmaz.
- Mercûhun râcihe tercih edilmesi kabihtir.
- Gafil, cahil ve mecnuna yükümlülük yüklemek kabihtir.
- Beyanın, ihtiyaç vaktinden sonraya geciktirilmesi kabihtir.
- Aynı konuda emir ve nehyin içtimaı müstahildir.
- Muhtemel zararın def edilmesi vaciptir.
- Güç yetirilemeyen şeyle yükümlü tutmak aklen caiz değildir.
- Şâri’in beyanı olmadan ceza vermek kabihtir (kubhu’l-ıkâb bilâ beyân).
Kendisinden önceki Usûlî ulemanın eserlerinde sıkça atıflar yaptığı ve üzerine hüküm bina ettiği bu kaideleri Bihbehânî sıklıkla kullanmıştır. Ancak özellikle son kaideyle ilgili olarak müstakil bir risale kaleme almış ve bu kaideden doğan berâet-i asliyye ilkesini detaylı bir şekilde incelemiştir. Bu risalesinde o, yükümlü tutmaya dair herhangi bir delilin bulunmadığı durumlarda ihtiyat ilkesini esas alan Ahbârîler’e karşılık aklın bir hükmü olan berâet ilkesine (berâet-i asliyye) tutunmuş ve bunu da “Şâri tarafından beyan ulaşmadıkça kulun cezalandırılması aklen kabihtir” kaidesine dayandırmıştır. Bihbehânî bu konudaki görüşünü başka bir ifadeyle şöyle kaideleştirmiştir: “Nassın olmadığı yerde hüküm de yoktur.”
Ca‘ferî usulünde akıl delilinin temellendirilmesinde en çok kullanılan kaidelerden biri de aklî hüküm ile şer’î hüküm arasındaki mülâzemetin gerekliliğidir. Bu kaidenin muhtevası Ahbârîler’in şiddetle karşı çıktığı konulardan biridir. Onlara göre akıl ile şer’ arasında böyle bir mülâzemet ilişkisi kurulamaz. Aklın şer’den bağımsız olarak idrak edip hüküm verdiği bir konuda şer’in de aynı hükmü vermesinin gerekli olduğu düşünülemez. Buna karşılık Bihbehânî’nin de içinde bulunduğu Usûlî ekol ise bu ikisi arasında bir mülâzemet ilişkisi olduğunu ancak aklın buradaki rolünün sadece Şâri’in hükmünü keşfetmekten ibaret olduğunu savunmuşlardır. Bu görüşü savunurken de aklın hüccet olduğuyla ilgili rivayetleri ve kelam alanında kullanılan aklî kaideleri delil olarak öne sürmüşlerdir. Şâri’den bir bildirimin bulunmadığı durumlarda ihtiyatla amel edilmesinin gerekli olduğu, fetvanın imamlardan alınması gerektiği ve dinin akılla doğrulanamayacağı yönünde muarızların mülâzemeti inkar sadedinde ileri sürdükleri rivayetleri ise Bihbehânî tevil etmiş ve bu rivayetlerin, aklın müstakil olarak hüküm veremediği durumlar için söylendiğini savunmuştur.
Bihbehânî’nin akla verdiği önem, nass ile aklın tearuz ettiği durumlarda da kendini göstermektedir. Bu konuda o, kesin aklî delilin nassa öncelenmesi gerektiğini savunmuştur. Bihbehânî bu görüşünü nassın genellikle zannî olduğu bilgisine ve umûmî ve kat’î olan aklî delile nispetle husûsî olan nassın daha zayıf olduğu fikrine dayandırmıştır. Bu düşünceye göre nass mercûh, kesin aklî delil ise râcih konumundadır. Râcih dururken mercûhun tercih edilmesi ise aklen kabihtir.
Kesin aklî delilin olduğu durumlarda nassı ikinci plana atan Bihbehânî, alimlerin ortak aklı ve uygulaması ile nassın tearuz ettiği durumlarda nassın icmaa göre tevil edilmesini, bunun mümkün olmadığı durumlarda da mezkur nassla amel edilmemesi fikrini savunmuştur. Zira ona göre şayet nass muteber kabul edilseydi alimlerin o nassla amel etmemesi düşünülemezdi.
Özet olarak Bihbehânî, Ahbârîler’in etkisiyle devre dışı bırakılan aklın bir delil olarak tekrar ve güçlü bir şekilde usûl alanında kullanılmasına öncülük etmiştir. O, aklî kaidelerle fer’î hükümlere ulaşılabileceğini savunarak aklı, istinbat kaynaklarından biri olarak kabul etmiştir.
Aklî yöntemlerden biri olarak kabul edilen kıyas konusunda Bihbehânî’nin yaklaşımına gelince şunlar söylenebilir: Ca‘ferî usûlünün oluşumundan beri mezhep içinde kıyasa karşı sert bir tutumun varlığı inkar edilemez bir gerçekliktir. Mezhep içerisindeki bu sert tutumun temelinde, sünnî usûlünde, nassın olmadığı durumlarda (fî mâ lâ nassa fîh) sıkça başvurulan bir delil olması sebebiyle kıyas delilinin Ehl-i Sünnet’in ayırıcı bir vasfı olarak görülmesi ve Şîa’nın hadis külliyatında kıyasın zemmiyle ilgili rivayetler bulunmasıdır. Ancak özellikle Muhakkık el-Hillî ve İbnü’l-Mutahhar el-Hillî ile başlayan kıyas konusundaki yumuşama Vahîd el-Bihbehânî ile devam etmiş ve farklı kavramsallaştırmalarla birlikte inkarı mümkün olmayan kıyas-ı evlâ, kıyas-ı mansûsu’l-ille gibi bazı kıyas türleri mezhep içinde kabul görmüştür.
Vahîd el-Bihbehânî, Ca‘ferî usulüne kazandırdığı önemli yeniliklerle de adından söz ettirmiştir. Ca‘ferî usulünde delillerin tasnifinde önemli bir ayrım olarak kabul edilen emâreler ve usûl şeklindeki ayrımın sahibi Bihbehânî’dir. Bu ayrıma göre haber-i vâhid, şöhret gibi zannî bilgiyle şer’î hükme ulaştıran delillere emâre veya başka bir kavramsallaştırmayla ictihâdî delil; mükellefi şek durumunda aklî veya şer’î vazifeye ulaştıran ilkelere de usûl veya fekâhî deliller (berâet, ihtiyat, tahyir, istıshab) denilmektedir.
Sonuç olarak Bihbehanî tarafından canlandırılan Usulî düşünce, yetiştirdiği öğrencileriyle daha da geliştirilmiştir. Bu öğrencilerden özellikle bazıları başta usûl-i fıkıh ilmi olmak üzere birçok ilim dalında eserler kaleme almış; onların bu alanda yazdığı eserler, sonraki dönem usûl çizgisinin belirlenmesinde önemli rol oynamıştır. Muhammed Mehdî Bahrululûm-i Tabatabâî, Caʻfer b. Hızır Kâşifülgıtâ, Muhammed Cevâd el-Âmilî, Molla Mehdî en-Nerâkî, Mirzâ Ebû’l-Kâsım el-Kummî gibi Bihbehânî’nin tanınmış öğrencileri sayesinde gelişen usûlî ekol günümüzde Şia’da hakim eğilim olarak varlığını devam ettirmektedir.
Bihbehânî’nin yazdığı eserlerle ilgili olarak şunlar söylenebilir: Bihbehânî’nin eserlerinin neredeyse tamamı şerh, hâşiye ve talik türünden olup, gerek fıkıh gerekse usûl alanında sistematik ve müstakil eser kaleme almamıştır. Bunun sebebi olarak Bihbehânî’nin, fıkhî bilgi elde etmek için hadis kitaplarını esas alan Ahbârîler’in geçmiş dönemlerde istidlâlî fıkıh alanında yazılan literatürü arka plana atmalarına bir tepki olarak böyle bir yazım yöntemini tercih ettiği söylenebilir. Bihbehânî’nin şerh ve hâşiye türü eser yazımına yönelmesinin bir diğer sebebi de onun eleştirel kişiliği ve cedelci üslûbudur. Bihbehânî yazdığı bu tür eserlerde gerek hadis ve rical, gerekse usûl ve fıkıh ilimleri zaviyesinden, eserlerine şerh veya hâşiye yazdığı metinlerin sahiplerine ciddi eleştiriler yöneltir ve ilmî anlamda zafiyet barındıran yorumların zayıflıklarını gözler önüne sermeye çalışır. Örneğin, Bihbehânî, önemli bir Ahbârî alim ve muhaddis olan Feyz el-Kâşânî’nin Mefâtîhü’ş-şerâiʻ adlı 26 ciltlik mufassal hadis kitabı üzerine yazdığı hâşiyede, sadece kendince önemli gördüğü noktalara değinir ve müellifin, Usûlîler’in ictihad yöntemini iptal etmek için bazı rivayetler üzerine yaptığı yorumları eleştirir.
Öne Çıkan Eserleri
· el-Fevâidü’l-Hâiriyye: Mecmeu'l-fikri'l-islâmî, Kum 1424.
· el-Fevâidü’r-Ricâliyye:
· er-Resâilü’l-Usûliyye: Emîr, Kum 1416.
· er-Resâilü’l-Fıkhiyye: Kum 1419.
· Hâşiye alâ Meâlimi Usûli’d-dîn:
· Taʻlîka alâ Menheci’l-Makâl: Tahran 1306.
· Hâşiyetü Mecmeu’l-Fâideti ve’l-Burhân fî Şerhi İrşâdi’l-Ezhân:
· Hâşiye alâ Medâriki’l-Ahkâm: Müessesetü Âli'l-Beyt li ihyâi't-türâs, Kum 1419; Tahran 1268, 1274, 1298.
· Kitâbü’l-İctihâd ve’l-Ahbâr: Tahran 1314, 1317.
· Hâşiyetü’l-Vâfî: Kum 1426.
· Mesâbîhu’z-Zalâm fî Şerhi Mefâtîhi-Şerâiʻ: Müessesetü’l-allâme el-Müceddid el-Vahîd el-Bihbehânî, Kum 1424.
İsim | Muhammed Bâkır Vahîd el-Bihbehânî |
Tam İsim | Muhammed Bâkır b. Muhammed Ekmel el-Bihbehânî |
Kısa Tanıtım | Hicrî XII. yüzyılda Ahbârîlerin etkisini zayıflatarak Ca‘ferî fıkhında Usûlî mektebini hâkim kılan ve üstâd-ı küll, üstâd-ı ekber, müceddid gibi unvanlarla anılan usulcü |
Yaşadığı Tarih | Miladi: 1116 (1704-1705) veya 1118 (1706-1707) Hicri: 1206 (1791-92) veya 1208 (1793-94) |
Doğum Yeri | İsfahân |
Ölüm Yeri | Kerbela |
Hocaları | Ağa Seyyid Muhammed et-Tabâtabâî Seyyid Sadreddin er-Radavî el-Kummî |
Öğrencileri | Muhammed Mehdî en-Nerâkî Muhammed Mehdî Bahrülulûm-i Tabâtabâî Seyyid Ali et-Tabâtabâî Ebû Ali el-Hâirî Seyyid Ahmed el-Attâr el-Bağdâdî Muhammed Mehdî eş-Şehristânî Muhammed Mehdî el-Horasânî (Şehîd-i Sâlis) Seyyid Muhammed Cevad el-Amulî Mirza Ebü’l-Kāsım el-Kummî Şeyh Ca‘fer Kâşifülgıtâ en-Necefî Seyyid Muhsin el-A’recî Esedullah et-Tüsterî Şeyh Ahmed Nerâkî Şeyh Hasen el-Hûî Şemseddin b. Cemalüddin el-Bihbehânî Muhammed Takî el-Isfehânî Seyyid Muhammed Kasîr el-Horasânî Muhammed İbrahim el-Kelbâsî/Kerbâsî Seyyid Muhammed Bâkır eş-Şeftî |
Etkiledikleri | Şeyh Murtazâ Ensârî |
Ekolleri | İmâmiyye |
Etkilendiği Ekoller | İmâmiyye, Usûlîyye |
- Hamid Algar, “Bihbehânî Muhammed Bâkır”, DİA, c. 6 (1992), s. 143.
- Muhammed Mehdî el-Âsâfî, “Devru’l-Vahîd el-Bihbehânî fi Tecdidi İlmi’l-Usûl”, Mecelletü’l-Fikri’l-İslâmî, sy. 2 (1414), s. 79-93.Seyyid Cevâd Ver’î, “Medeyât ve Hududu’l-Akl fi’l-İstinbât İnde’l-Allâme el-Bihbehânî”, Mecelletu Dirâsât fi’l-Ulûmi’l-İnsâniyye, sy. 23/2 (2017), s. 1-14.
- Muhsin Bâkır el-Kazvînî, “el-Eb’âdü’s-Siyâsiyye ve’l-Fikriyye li’l-Medreseti’l-Usûliyye bi Kıyâdeti’l-Vahîd el-Bihbehânî”, Mecelletü Ehli’l-Beyt, sy. 19 (http://abu.edu.iq/sites/default/files/research/journals/ahl-al-bayt/issues/19/180528-222457.pdf).
- Ali Devvânî, Vahîd-i Bihbehânî, Müessese-i İntişarat-ı Emir Kebir, Tahran 1362.
- Abbas Abirî, el-Vahîd el-Bihbehânî: Recülü’l-Akl, trc. Kemal Seyyid, Müessese-i Ensariyan, Kum [ts.].
- Seyyid Muhammed el-Kâşânî, “Mukaddime”, er-Resâilü’l-Usûliyye, Emir, Kum 1416, s. 36-66.
- Mehdî Ali Pûr, el-Medhal ilâ Târihi İlmi’l-Usûl, çev. Ali Zâhir, Dâru’l-mustafâ’l-âlemiyye, Kum 1430.
- Caʻfer es-Sübhânî (ed), Mevsûatu Tabakâti’l-Fukahâ, Müessesetü’l-İmam es-Sâdık, Kum 1422, c. 13, s. 529-531.
- Muhammed Bâkır Hânsârî, Ravzatü’l-Cennât fî Ahvâli’l-Ulemâ ve’s-Sâdât, thk. Esedullah İsmâiliyyân, Mektebetu İsmailiyyân, Kum [ts.].
- Muhsin el-Emîn, A’yânü’ş-Şîa, Dârü’t-teâruf li’l-matbûât, Beyrut 1983.
- Aga Büzürg-i Tahrânî, Tabakâtü A’lâmü’ş-Şîa, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-arabî, Beyrut 2009.
- Muhammed Hırzüddin, Maârifü’r-Ricâl fî Terâcimi’l-Ulemâ ve’l-Üdebâ, Mektebeti Ayetullahi’l-Uzmâ el-Mar’aşî en-Necefî, Kum 1405.
- Adnân Ferhân, Tetavvuru Hareketi’l-İctihâd İnde’ş-Şîati’l-İmâmiyye, Dâru’s-selâm, Beyrut 2012.